Mabel Matiz son yılların en çok dikkat çeken isimlerinden biri.
Özellikle 2. albümü olan “ Yaşım Çocuk” ile daha geniş kitlelere ulaştı. Dinleyicisini arttırmasında hiç kimseye
benzemeyen özel bir yoruma sahip olması ve şarkı yazarlığında farklı bir ruh
yakalaması etken. Neredeyse Anadolu yakasında gerçekleşen her konserine
gittiğim Mabel Matiz, samimiyetiyle beni de hayran kitlesi içerisine
yerleştirdi. Sözü kısa keseyim o anlatsın:
Senin şarkı sözlerini çok beğeniyorum, beni
etkiliyor. O şarkılardan biri de “Krallar”. Burada kralların bilmediğinden ve
utanmadığından bahsediyorsun. Neyi bilmezler, neden utanmazlar? Krallar gücü
simgeler ya bu oraya da bir gönderme mi?
-Kral
hep bildiğini okuyor, başka da bir şey bilmiyor gibi. Tarih, kendi gücünden
başı dönmüş sapkın muktedir hikayeleriyle dolu. Ve maalesef aynı tarih benzer
şeyleri yazmaya burada da devam ediyor. Şarkı doğrudan burayla ilgili. Her gün
yaşadığımız, bir başka kral safsatası. En ufak bir utanma, akıl, vicdan emaresi
olmaksızın hem de. Düşünmekten, ağrımaktan yorgunuz. Kralların keyfi uğruna
dönen dolaplar, ölen çocuklar, yitirilen inançlar, elbette unutulmayacak.
Sonunu Aysel Gürel bağlamış: "Sultan Süleyman'a kalmadı!"
Alaimisema şarkısında “kır normali koynunda”
diyorsun; burada bir eleştiri var toplumun normlarına karşı. Sana göre ne
normal ne değil?
-Alaimisema,
homofobi ve cinsel ayrımcılık karşıtı bir şarkı. Üzücü, kırıcı birtakım durumlardan söz
ederken dalgasını da geçiyor aslında. "Kır normali koynunda" sözü
şarkının damarı. Bir nevi benim koynum benim kararım. Cinsel tabularla, genel
ahlak denen yalanlarla ve normatif olduğu söylenen daha bir sürü şeyle
ilgilenmiyorum. Normal kelimesini ve anımsattıklarını sevmiyorum çünkü ömrüm ve
etrafımdaki ömürler bunlarla kavga etmekle, bunların yaralarıyla geçti. Benim
özgürlük ve irade alanımı, vicdanımı ihlal etmeyen, oralara zarar vermeyen bir
şey beni niye rahatsız etsin? Ya da seni? Bütün insanlar hiç kötülüksüz,
ayrımcılıksız, birbirine zarar vermeden, birbirine karışmadan, gönüllerince ve
rızalarınca şöyle sağlam bir sevişseler de şu dünya bir rahatlasa… Buna da
ülkemizden başlasak misal…
Senin şarkılarında çocukluk durumuna bir gönderme
var . Çocukluğa; hata, günah, düşmek, yaralanmak gibi durumlarla yaklaşıyorsun.
Bundan biraz bahsedelim mi?
-Çocukluk
dönemi açık yara gibi. Çocukluğumuzda aldıklarımız ya da maruz kaldıklarımızla
yaşıyoruz hayatlarımızı bence. Ben içine kapanık bir çocuktum, bir Akdeniz
kasabasında meyve bahçeleri içinde garip bir mutlulukla büyüdüm. Baskın bir
terzi anne karakteri ile sefere gidip gelen ve yüzünü ara sıra gördüğüm şoför
bir baba arasında. Buralardan aldığım, beni düşürüp kaldıran, var eden pek çok
şey var tabi. Bunları yazmamak ne mümkün.. Hâlâ rüyalarımda doğup büyüdüğüm
mahalleyi, evi, dedemlerin evini ve odalarını görüyorum. Bu çok uzun yıllardır
ve sıklıkla böyle. Edip Cansever'in dediği gibi: "Gökyüzü
gibi bir şey bu çocukluk. Hiç bir yere gitmiyor."
Seni çok seven ve hiç sevmeyen iki kesim var, bunun
ortası yok. Bu durumu neye bağlıyorsun? Dinleyici psikolojisi nasıl bir şey
sence?
-Valla
pek bir şey anlamıyorum. Fanatikliğin her türlüsü beni ürkütür. Neden illa siyah ya da beyaz olmak zorunda
her şey, ben anlamıyorum, kafam almıyor. Seviyorsan git konuş, sevmiyorsan
radyoyu, tv'yi kapat. Karşıtını bu kadar yok eden, hiçe sayan fanatik
kutuplaşmaları sevmiyorum. Yaşadığımız çağla da ilgili. İnternet genel
iletişimi uçururken her şeyi ve herkesi birbirine yakınlaştırırken özelde pek
çok şeyin de değerini azalttı, üslupları bayağılaştırdı. Nefreti kolaylaştırdı
ve çoğalttı sanki. Sosyal medya, takipçiler, mention'lar, filan… Küfretmek bile
anlamını yitirdi yitirecek orada. Bildiğim, şu: Birini gerçekten
sevmek-dinlemek-izlemek ile birini takip etmek bambaşka şeyler.
Dinleyicinin bu tavrı popüler olan sanatçılara
karşı genel bir tutumu mudur? Bu durumu onla ilgili olabilir mi?
-Olabilir.
Göz önünde olmakla da ilgili tabi. Biri bir şey başardıysa, mümkünse burnundan
getirilmeli hali.. Oldukça kırıcı.
Neredeyse İstanbul’daki her konserine geldim.
Ceyl’an Ertem’le hep beraber görüyorum sizi. Aranızda iyi bir dostluk ve
dayanışma da var. Bu dostluk biz dinleyicilerinizi olumlu etkileyen bir durum. O
dayanışmayı seviyoruz. Ne söylemek istersin bu konuda?
Ceylan'a
ve dostluğuna rastladığım ve onunla aynı dönemde müzik yaptığım için çok
şanslıyım. Çok benzer aile ortamları içinde, aynı şarkılarla büyümüş, aynı
şarkıcılara âşık olmuş, aynı posterleri asmışız odalarımızın duvarlarına
Ceylan'la. Daha tanışmadığımız dönemden keskin organik bağlarımız var bir kere.
Referanslarımız çok benzer sanki. Bunu hissetmek beni mutlu ediyor.
Birbirimizin konserlerine gelir gideriz, birbirimize ilham veririz; bu,
dayanışmadan da öte bir hayat paylaşma-yaşama hali artık. Dinleyicilerimiz de bir arada ve kardeş.
Sanki bütün bu şarkılar şiirler bizi her geçen gün biraz daha birleştiriyor ve
ailemiz kocaman bir ormanda büyüdükçe büyüyor.
Aynı zamanda
Yıldız Tilbe’yi çok sevdiğini biliyoruz. Sana Yıldız Tilbe’yi bu kadar
yakın hissettiren o duygu nedir?
O bir
ozan. Aşkın çıplağından ve onu dillendirmekten asla korkmayan büyük bir âşık.
Yıldız Tilbe buraların görüp görebileceği en gerçek şeylerden biri. Ne desem
eksik kalacak. Büyük saygı duyuyorum kendisine. Her halini seviyorum. Vaktiyle
çok yalnız bırakıldı; biliyorum bu o'nun artık umurunda değil. Ama bu ülkede
affetmeyeceğim şeylerden biridir onun yalnız bırakılması.
Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
"Her
günüm başka Leyla / Çok üzgün olabilirim / Bu yürek benim değil mi? / Yollara
atabilirim" (Nazan Öncel'den)
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Berkay Öktem’in yazısı, zete’nin genç dergisi üniverzete’den alınmıştır.
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Berkay Öktem’in yazısı, zete’nin genç dergisi üniverzete’den alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder